Söğüt Tarihi
Söğüt Adının Menşei
Söğüt’ ün ilk çağlardaki durumu ve ismi hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Söğüt’ ün ilk bilinen ismi İTEA’ dır. Bizans dönemindeki ismi ise THEBASİON veya SEBASİYON’ dur. Söğüt 796 veya 797 yıllarında Abbasi Halifesi Harun REŞİT döneminde Müslümanların eline geçmiştir. Arap coğrafya ve tarih kaynaklarında Söğüt BELDET’us SAFSAF şeklinde isimlendirilmiştir. Aynı şekilde Farsça kaynaklarda da HITTA-İ BİD şeklinde anılmıştır. Gerek SAFSAF gerekse BİD kelimeleri söğüt ağacı anlamındadır. Osmanlıca kaynaklarda ve günümüzde bu kelimelerin Türkçe karşılığı olan Söğüdcük, Söğütçük, Söğütlü Saraycık, Söğüd ve Söğüt olarak bilinmektedir.
Tarihçesi:
a) İlk Dönem Tarihçesi:
Yörenin ilk yerleşenleri kimlerdir? Bu yöreye nereden ve ne zaman göç etmişlerdir? Bu durum kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Anadolu, Avrupa ile Asya ve Orta Doğu arasında tabii bir köprü olmuştur. Bu sebeple Anadolu’nun her köşesi çok hareketli ve zengin bir tarihe sahiptir. Özellikle günümüzde Marmara Bölgesi olarak bilinen bölge pek çok çekişmeye sahne olmuş ve çeşitli uygarlıkların etkisinde kalmıştır.
Kocaeli Yarımadası denilen bu bölgeye ilk iskânlar M.Ö. 700’ ler de başlamıştır. Bu tarihlerde bölgeye BİTHYNLER gelmiştir. Bu sebeple bu bölgenin adı BİTHYNİA olmuştur. Kelt istilalarını izleyen yıllardan sonra M.Ö. 280 yıllarından itibaren BİTHYNİA bağımsızlığını ilân etmiştir. Yaklaşık M.Ö. 279-74 yılları arasında bağımsızlığını sürdüren BİTHYNİA M.Ö.73’ de Roma egemenliğine girmiştir. M.Ö. 63’den itibaren de PONTUS ile birleşerek PONTUS ET BİTHYNİA adıyla Roma eyaleti olarak kalmıştır.
b) Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi Tarihçesi:
Söğüt kuruluş itibari ile anayol üstü kasabasıdır. Mudanya-Bursa’dan ve Gemlik İskelesi’nden gelerek Konya’ya doğru uzanan tarihi yol Söğüt’ün içinden geçmiştir. Özellikle İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesinden sonra Mekke’ye, Söğüt’e uğranılarak gidilmiştir. Bu sebeble bu yola Hacılar Yolu adı verilmiştir. Bu yol, Küsnük ve Mezarlık bölgesinde bulunmaktadır. Söğüt’ün tarih sahnesindeki parlak dönemi 13.yy sonlarında başlar. Bu dönemde doğudan gelen Oğuz Türklerinin Kayı Boyu bu küçük kasabada sınırları Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılan Osmanlı Cihan Devleti’nin ilk nüvelerini oluşturacaklardır. Kayılar Anadolu’ya 13.yy.’ın ortalarında, bir başka görüşe göre de 11.yy’da gelmişlerdir.
Önceleri Horasan, Merv ve Mahan’a yerleşmişlerdir. Moğol baskıları sonunda Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da Ahlat civarına gelmişlerdir. Bir süre Ahlat’a yerleşen Kayılar Anadolu’nun çeşitli bölgelerini dolaştıktan sonra Ankara yakınlarındaki Karaca Dağ’a gelmişlerdir.
Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat, batı sınırındaki çatışmalara son vermek üzere 1231’de sefer düzenlemiştir. Eskişehir civarında Sultanöyüğü’ne geldiğinde Kayı Beyi Ertuğrul Gazi de Selçuklu Sultanının yanında yer alır. Sonra Selçuklu ordusu bugünkü Bozüyük ile Pazaryeri arasındaki Ermeni Derbend’inde Bizans ordusuyla karşılaşır. Bu savaşta Ertuğrul Bey’in akıncılarının gösterdiği üstün kahramanlıkları ile zafer kazanılır. Haber birinci Alâeddin Keykubat’ a iletildiğinde Ertuğrul Gazi taltif edilerek Sultanöyüğü kendisine mülk olarak verilir. Daha sonra Birinci Alâeddin Keykubat Karacahisar’ı muhasara ederse de, doğuda Moğolların Anadolu ’ya girdiği haberi üzerine kalenin alınmasına Ertuğrul Gazi’yi memur ederek geri döner. Uzun mücadelelerden sonra Karacahisar alınır. Kalenin alınmasından sonra hâkimiyetini kuvvetlendirmek üzere Söğüt üzerine yürür ve Söğüt’ü de topraklarına katar. Ayrıca Bilecik tekfurunu da vergiye bağlar. Bu hizmetleri karşılığında Selçuklu Sultanı Söğüt’ü kışlak, Domaniç ve Ermeni Dağları’nı da yazlık olarak Ertuğrul Gazi’ye mülk olarak verir. Bu konuda çeşitli rivayetler varsa da, önemli olan bu tarihlerde Kayı Boyu Karakeçili Aşireti’nin Söğüt’e yerleşmiş olması ve Büyük Osmanlı Cihan Devleti’nin temellerinin burada atılması ve Ertuğrul Gazi’nin mezarının burada bulunmasıdır.
Ertuğrul Gazi ve Halime Hatun ailesinin, Savcı Bey, Gündüz Alp ve Osman Bey olmak üzere üç oğlu vardır. Savcı (Sarı Yatu) Bey İkizce’de şehit olduktan sonra Söğüt’e getirilerek babasının yanına defnedilmiştir. Gündüz (Kender) Alp İznik’in fethinden sonra, son yıllarını ilim ve ibadetle geçirmek üzere oraya yerleşmiştir. İznik’te vefat ettiği ve oraya defnedildiği tahmin edilmektedir. Osman (Kara Osman) Bey kara yağız, geniş omuzlu, civanmert, deli dolu ve dirayetli bir insandı. Yesevi ocağından Anadolu’ya gelmiş Şeyh Edebali'nin sohbetlerine katılır, bundan büyük keyif ve feyz alırdı.
Şeyh Edebali meşhur mevlit sahibi Süleyman Çelebi’nin dedesi olup, tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde yüksek derecelere ulaşmış bir âlimdi. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için dergâhında gönülleri bir bir aydınlatıyordu. Ertuğrul Gazi, oğlu Osman’ı coşkun akan bir suya benzeterek; su arkının doğru yapılmasını istiyordu. Bu sebeple "Bu arkı sen yaparsın" diyerek oğlu Osman'ın eğitimini Şeyh Edebali’ye verdi. Osman Bey, zaman içerisinde Edebali ocağında olgunlaştı.
Osman Gazi’nin Gördüğü Rüya:
Rüyasına göre, Şeyh Edebali'nin koynundan çıkan bir nur, Osman Bey’in koynuna girer. Bu nurun girmesiyle vücudundan bir ağaç çıkar. Ağaç birden dallanıp budaklanarak bir sürü ovaları, dağları ve nehirleri gölgesine alır. Buralardan pek çok insan faydalanır. Şeyh Edebali bu rüyayı dinleyince, "Ertuğrul oğlu Osman, babandan sonra sen bey olacaksın, kızım Malhatun ile evleneceksin. Benden çıkıp sana gelen nur budur, asil ve temiz soyunuzdan pek çok padişahlar gelecek. Onlar milletleri bir çatı altında toplayarak Allah’ın izni ile onların huzur ve saadet içinde yaşamalarını, İslam la şereflenmelerini sağlayacaklardır" diye tabir etmiştir.
Nihayet Ertuğrul Gazi 1281’de vefat edince, aşiretin uluları tarafından Osman Bey beyliğe seçilmiştir. O da babası gibi Selçuklu Sultanına bağlı kalmıştır. Sorkun, Taraklı, Göynük üzerine seferler düzenleyerek topraklarını genişletmiştir. Yarhisar ve Bilecik’i zapt etmiş ve 1299’da İnegöl’ ü fethetmiştir. Bu sırada III. Alaeddin Keykubat’a karşı İlhanlıların başlattığı isyan hareketinde sultanın yanında yer almıştır. Bu yararlılıklarından dolayı ve hem de fethettiği yerlere karşılık Osman Bey’e sancak ve alem verilmiştir. Osman Bey’e verilen bu hediyeler ve hediyelerin kabulü esnasında Küsnük (Kösnük) mevkiinde kös çalınışı, tarihçiler tarafından yeni bir devlet kurmaya doğru atılmış büyük bir adım olduğu kabul edilir.
Aşık Paşa tarihinde rivayet edildiğine göre, Karacahisar alındığında boş kalan evlere Germiyan ilinden ve diğer illerden Müslüman halk buraya yerleştirilir. Pazar kurulur. Halk toplanarak cuma namazı kıldıracak ve aralarındaki anlaşmazlıklara çözüm bulacak bir kadı isterler. Bunun üzerine Osman Bey halkın rızası ile bacanağı Dursun Fakıh’ı imam hatiplik ve kadılık için görevlendirir. Dursun Fakıh 28 Eylül 1299’da Karacahisar’da cuma namazında bağımsız devlet olma anlamına gelen ilk hutbeyi Osman Bey adına okumuştur. Böylelikle, Osmanlı Cihan Devletinin kuruluşunun ilân edildiği kabul edilir.
Söğüt, Bursa’nın fethine kadar Kayı Aşireti’nin (Uç Beyliği olarak) merkezi olmuştur. Söğüt kısada olsa Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olmuştur. Bursa’nın fethi ile birlikte başkent Bursa olmuş, Söğüt ise Sultanönü Sancağı’na bağlı bir nahiye merkezi olmuştur.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Söğüt:
"Söğüt, Bursa sancağı hükmünde, Lefke kazası nevahisinde hakimli, bağlı bahçeli, arı havası, lâtif bir kasabadır. 700 kadar kiremitle örtülü Türk hanelerini havi, müteaddit camili, han ve hamamlı, çarşı ve pazarlı bir yerdir." diye bahseder. Bu mütevazı belde çeşitli istilâlara da sahne olmuştur. Evliya Çelebi bu konuda; "Osmancık bey olunca babası Ertuğrul’u bu Söğüt şehrinde defnedip, şehri de mamur etti. Bâdehu Yıldırım asrında Timurlenk bu şehri yağma ve harap etmiştir ki, hâlâ Ertuğrul Türbesi bile o kadar mükellef bir âsitâne değildir." diye haber vermektedir.
Çelebi Sultan Mehmet döneminde ve Sultan II. Abdülhamit döneminde Söğüt’te yeni imar çalışmaları yapılmıştır.
II. Abdülhamit, saray muhafızlarını Söğüt ve çevresi gençlerinden seçtiği gibi Karakeçili Aşireti’nin Söğüt’ü ziyaretlerine de resmi bir sıfat kazandırmıştır.
Söğüt’e 1905’de kendi adıyla da anılan bir cami ve bir okul yaptırmıştır. Mondros Mütarekesi ( 30 Ekim 1918 ) sonrasında Anadolu’nun pek çok yeri gibi Söğüt de işgal edilmiştir. Kurtarıldığında ise eski Söğüt’ten pek fazla bir şey kalmamıştır.
c) Kurtuluş Savaşı Döneminde Söğüt:
Milli Mücadele yıllarında Ertuğrul Sancağı’na (Bilecik) bağlı bir kaza merkezi olan Söğüt ve çevresi halkı, Anadolu’da Yunan işgalinin başladığı ilk günden itibaren maddî ve manevî bütün gücünü vatanın kurtarılması için seferber etmiştir. İşgal hareketiyle birlikte yörede Mudafa-i Hukuk Cemiyetleri kurulmuştur. Ayrıca Gündüzbey Taburu ve Savcıbey Müfrezesi olmak üzere pek çok milli müfrezeler teşkil edilmiştir. İnönü cephesi adıyla bilinen Gündüzbey, Tekke ve Kanlıtepe İstihkâmları 1921’de şubat ve mart ayları boyunca Söğüt ve çevresi halkı tarafından kazılmıştır.
Bu arada Söğüt, çevre il ve ilçeleri de düşmana karşı direnmeye davet etmiştir. Söğüt Müdafa–i Hukuk Cemiyeti, Bilecik, Yenişehir, Göynük, Geyve, Nallıhan, Mudurnu, Eskişehir, Kütahya, Mihallıçık, Simav, Gediz, Uşak, Sivrihisar sancak ve kazalarıyla Osmaneli, Taraklı, Küplü, Emet, Pazarcık, Tavşanlı, Seyitgazi Nahiye ve Belediye Mudafa–i Hukuk Cemiyetleri’ne gönderdiği 9-10 Temmuz 1920 tarihli telgraflarında: " ... Önünden kaçtığınız düşmanın kuvvet ve kıymeti nedir? Bu Müslüman yurdunda bu sefil düşmana karşı koyacak, ırzına, dinine, toprağına, kitabına sadık, ecdadına layık evladı kalmadı mı? Tüfeği olmayanların orak ve baltası da mı yoktur? Ecdadın lânetine muhatap kalmayı Söğüt halkı asla kabul etmeyecektir. İmkân her nereye kadar müsait ise erkek, dişi, genç, ihtiyar düşman karşısına gideceğiz. Sizleri de Müslüman Türk kanını din ve namus hissiyatınızı bizimle beraber çalışmaya her fikri, her nifakı bugün için terk etmeye davet ediyoruz. Din, namus ve vatan namına ... yarına kadar netayici teşebbüsatınıza dair cevabınızı bekleyerek evlatlarınızı cepheye göndermek üzere sözümüze burada hitam veriyoruz." diyordu.
Bununla birlikte Söğüt ve çevresi maddi olarak da büyük fedakarlıklarda bulunmuştur. Yapılan nakdî yardımların yanı sıra askerlere yiyecek ve giyecek yardımı da yapılmıştır. Teşkil ettikleri millî müfrezelerin silah ve mühimmatını da kendileri temin etmişlerdir.
Yöre toprakları 8-11 Ocak 1921 tarihleri arası üç gün, 24 Mart – 21 Nisan 1921 tarihleri arasında sekiz gün, 12 Temmuz 1921- 06 Eylül 1922 tarihleri arasında 13 ay, 25 gün olmak üzere Yunan işgalinde kalmıştır. Bu işgaller sırasında Söğüt yakılmış, Ertuğrul Gazi’nin türbesi kurşunlanarak tahrip edilmiştir. Bugün türbenin kepenklerindeki delikler bu mezalimin kalıntılarıdır.
Millî Mücadele ile başlayan milli uyanış bugün ülkemizde olduğu gibi Söğüt’te de artarak devam etmektedir. Her geçen gün Söğüt daha da güzelleşmekte ve gelişmektedir. Söğüt hem kuruluşta hem kurtuluşta gerçekten Ertuğrul Ocağı olarak vazifesini eksiksiz yapmıştır.
Coğrafi Yapı
Söğüt, Marmara Bölgesinin doğusunda Bilecik İli’nin şirin bir ilçesidir.
Kuzeyinde Bilecik Merkez, doğusunda Gölpazarı batısında Bozüyük, güneydoğusunda İnhisar ilçesi ve güneyinde Eskişehir ili ile çevrilidir.
Bilecik’e 28, Eskişehir’e 50, Bursa’ya 120, İstanbul ve Ankara’ya 300 Km mesafededir.
40° 02’ kuzey enlemi ile 30° 11’ doğu boylamında yer alan Söğüt, Sakarya Nehri Vadisi’nin batı yükseklerinde, Sündiken Dağlarının batı uzantısının eteklerinde, güneyden kuzeye eğimli bir arazi üzerinde kuruludur. Başlangıç meridyenine göre 30 derece doğu, 40 derece paralel dairesi üzerinde bulunmaktadır.
Söğüt’te geçiş iklimi bulunmaktadır. Akdeniz ikliminin, Karadeniz ikliminin ve Karasal iklimin etkileri görülür. İlçe sınırları içerisinde bulunan Sakarya Vadisi’nde ise mikro klima özelliğine sahip iklim bulunmaktadır. Bu bölgede kar yağışı çok düşüktür.
En sıcak ay Ağustos ayı olup, ortalama sıcaklık 21°’C derecedir. En soğuk ay ise Ocak ayıdır. Ortalama sıcaklık 2°’C dir. En düşük sıcaklık – 16° C olup en yüksek sıcaklık 30° C’ civarındadır. Yıllık sıcaklık ortalaması 12° C’ dir. Bölgede en fazla esen rüzgâr güneydoğudan esen keşişlemedir. Yıllık yağış ortalaması 630 mm. civarındadır.
Yüz ölçümü 599 km2 dir.
Deniz seviyesinden yüksekliği 695 metredir.
Kültür ve Turizm
Kıyafetlerimiz:
Köyde yaşayan kadınlar şalvar, ferace oyalı yazmaları sürekli kullanmaktadır. Kasaba merkezinde etek, bluz, manto türü giysiler giyilmekle beraber oyalı yazmalar, ferace ve şalvarda kullanılmaktadır. Bazı köylerde özel iş giysisi olarak pamuk iplikte dokuma şalvar kullanılır.
Düğün, nişan, bayram gibi özel günlerde kadınlara ait yörede kullanılan farklı giysiler bulunmaktadır. Bunlar "Sitare" denilen kırmızı üzerine beyaz çizgili, geniş dökümlü ve "Mare" denilen geniş kesimli şalvarlar; şalvar üzerine giyilen ceket ve ceket içine yakasız, beyaz, önü süslü, dantelli ve boncuklu gömlekler giyilir. Bele gümüş yada altın kemerler takılarak ortasına krepler iliştirilir.
Başörtüsü olarak krep, ayağa da güllü çorap ve ayakkabılar giyilir. Bununla birlikte " Pürçekli, Kenarı boncuklu, pullu" olarak adlandırılan kıyafetler, el dokuması çataklı, alacalı, pütükare, katıksız, ipekten güvez rengi gömlekler" de giyilmektedir. Bugün eflatun renginde kadife atlas ve sırma işlemeli giysilerde kullanılmaktadır.
Yörede kadınlar, süs eşyaları olarak gümüş ve altın bilezikler, gerdanlıklar, beşi birlikler ve küpe gibi takılarla gümüş kemer ve oyalar kullanmaktadırlar." Çiçek, Biber, Dut, Kılçık, Yelpaze, Karanfil, Hanım beğendi, Bey beğendi, Koca, Yanış, İki Elti, Güllü, Lale" gibi oya çeşitleri mevcuttur.
Erkek giysilerinde eski dönemlerde kolları venü ipekle çitilenmiş el dokuması gömlek, geniş ağlı çuhadan yapılmış şalvar, bele sarılan yün kuşak, nakışlı örme yün çorap ve üstüne saçaklı ya da yollu poşu bağlanmış fes bulunurdu. Günümüzde kasaba merkezinde erkekler günün modasına uygun giyinmektedirler. Köylerde de aynı giyim ve kuşam yanında kasket ve örme bere diyenler görülmektedir.
Söğüt ve Civarında Kullanılan Deyimler;
Dumanın imana zararı dokunmaz.
Karacalar kütüğü gibi kararma.
Entari gömlek bir örnek.
Etten evvel çömleğe düşme.
Döşten girip baştan çıkma.
Nalla mıhın arasında vakit geçirmek.
Elalem duymadan it ürümeden.
Ağu yemiş tavuk gibi bakmak.
Sekiz okka yoğurttan dokuz okka darı çıkarmak.